bayram tatilinin bitişinin son pazar gününde eskişehir'den eve kabus gibi bir rötarla gelen doğu ekspresinde, fenerbahçe kayseri maçında statta olmama engel olan bir yolculukla geldim. kulaklarımdaki ümit aktan'ın içimi bulandıran, buram buram fenerbahçe fesatlığı kokan bol çızırtıyla karışan sesi de cabası... (o yüzden ayrıca bir kahırlıyım)
işler çok fena.. takım kötü, tren rötar yaptıkça yapıyor...
tren nihayet eve taşıyor beni. televizyondan tekrarı izliyorum. her taraf küfür kıyamet... bütün fenerbahçe fesatları bugünü beklemiş sanki. en kötüsü de bizim içimizdeki fesatlık.
....
90li yıllarda takım taraftarına benzemediği için kızardık. tribunler yenilgiyi kabullenmiyor, yenilse bile mücadelede ısrar istiyordu ama o yıllarda kurulan bütün takımlar bundan çok uzaktı. 2000lerde takım önce daum'la sonra zico'yla bunu öğrenmeye başladı.. artık geriden gelmek fenerbahçe takımlarının bir kaç istisna maç dışında yenilgiyi kafasında kabullenmesi anlamına gelmiyordu. takım inanıyor, başını eğmiyor ve maçı kazanmasını biliyordu.
bunu büyük zorlukları aşarak öğrendiler. çok acı çektiler. geçmişte sırf inanmamışlığı yüzünden çevirimediği maçları çevirecek kudreti daima içlerinde bulmayı öğrendiler. hem de ne acıdır ki taraftara rağmen öğrendiler. (alex gibi bir efsaneyi kombinemle izleme kısmeti bulduğuma şükrederken onun da bu tribünlerden yuhalama ıslık yediğini hatırladım. tuhaf oldum.) örneğin deplasmandaki sevilla maçındaki ilk on dakikada olanlar kadıköy'de yaşanmış olsa volkan küfür kıyametten iyice saçmalar, büyük ihtimalle takım da maçı çeviremezdi.
oysa şimdi tribünler o eski günlerindeki gibi değil. artık onlar daha çok yenilmişliği kabul ediyor. yüreklendirmek yerine yerden yere çarpıyor. fenerbahçe fesatlarına zemin hazırlıyor.
bir fesatlık yapıp fenerbahçenin büyümesini küçümsemek istemem ama bu taraftar-müşteri ikilemi çok önemli. fenerbahçe bir spor kulübü olarak elbette spor endüstrisinin içinde olacaktir. sattığı bir takım şeylerden para kazanarak varlığını daima güçlü kılacaktır. ama sattığı şeyin gerçekte bir "kültür ve yaşam biçimi" olduğunu asla unutmadan. bunu yozlaştırabilecek her konunun üzerine titreyerek. bu konuda titizlenmek de elbette öncelikle "taraftarın" sorumluluğudur.
artık fenerbahçe taraftarının da kendisini müşteriden ayırması gerekiyor. Fenerbahçe'yi bir marka tutkusu olarak sevemeyiz. o zaman takıma bakarken "kötü mal", yönetime kızarken de çok sevdiği markasına kötü mal üreten yönetici oldukları için kızarsınız. böyle düşünüyorsunuz paranızı geri isteyin ve bu stadyumdan uzak durun.
çünkü fenerbahçe bir yaşam kültürüdür. özü de sevgiye dayanır. o güzelim marşımızı bağıra bağıra söylerken daima "hiç bir kulüpte olmayan bu dostluk.." deriz.
artık taraftar olarak bazı tabularımızı oluşturmamız gerektiğini ve bunu da kendisini müşteri olarak algılayan potansiyel taraftarlarımıza öğretmemiz gerektiğini düşünüyorum. nedir bunları konuşalım bence... artık taraftar grupları, forumları vs. bunları daha çok konuşmalıyız. bağnazlıklar üretmeden bazı değerlerimizi koruyacak gelenekler artık iyice şekillenmeli. (kaptanlık geleneğimiz bile tam olarak tarif edilecek bir olgu değil maalesef.. )
mesela bunlar neler olabilir?
fenerbahce taraftarı şartlar ne olursa olsun kutsal oldugunu dusundugu formasını giyenlere asla küfür etmez. onlari elestirse bile herzaman formaya saygi duyarak elestirir. fenerbahçe stadı adı, yeri, konumu, binası değişsebile bizim için kutsal bir mabettir.. mabete biz herzaman fenerbahçe sevgimizi sunmak için geliriz. o gün fenerbahçe kazanabilir de kaybedebilir de.. ama önemli olan bizim mabedimize geliş nedenimizdir. fenerbahçe sevgisini, takımın ve kendi yüreğimizde çoşturmak için bir aradayız... Bu oyunda ve mücadelede stadyuma gelen bizlere düşen görev budur: Fenerbahçe sevgisini yüreklerde çoşturmak, kulübü hep ileriye iteklemek... iş yerine gidince arkadaşlarımla birlikte aragones'e ya da aziz yıldırım'a kızabilirim. gelip forumlarda, bloglarda eleştirilemi yaparım. ama stadyuma başka bir şey için gelirim.
çünkü fenerbahçe taraftarı takımı asla yalnız bırakmamasıyla meşhur ve güçlüdür. fenerbahçeliyi yenilgi kadar üzen şey boş tribünlerdir.
taraftar, herkesin inancını yitirdiği bir zamanda, sırf o yitirmediği için mucizeler gerçekleştiğine inandır.
bunu sevgisiyle yapar. nefretle beslenen sevgi kendini zehirler...
fenerbahceli olmanın tamamen karşılıksız sevgiyle mümkün olabileceğini unutmamak gerekiyor. (o kadar karşılıksız ki iyilik yaptığında allahtan sevap bile beklemeyecek kadar yürekten ve bilgece).
Tarif ettiğiniz şey bilgelik değil alıklıktır. 10 yıldır takımı paraya boğduğu için muhalif ses çıkarmaktan imtina ettiğiniz Aziz Yıldırım'ın yarattığı tribünlerden şikayetçisiniz. O gün bir yolunu bulup stada gelebilseydiniz, stattaki protestoların ne kadar anlamlı olduğunu görürdünüz. Tam da Fenerbahçe'ye ve Fenerbahçeli'ye yakışan sertlikte Aziz Yıldırım protesto edildi. Yıldırım'ın yarattığı silahlar Yıldırım'a dönünce tribünün kalanından medet uman diktatörün, kendi ürettiği "Hep Destek Tam Destek" pankarları bıçaklarla parçalanıp, "Biz Fenerbahçeliyiz" diye bağırıldı. Tabii siz bunları fesatlık olarak kabul ediyorsunuz. Antu'nun tek sesli dili bunu gerektirir. Aziz Yıldırımcı zihniyet de. Aynen devam edin. Aman hiçbir şeyi eleştirmeyin. Aman hiçbir şeyi protesto etmeyin. Başkan satsın siz alın. Sonra 'Koşulsuzca' destekleyin. Tek koşul Fenerbahçedir. Fenerbahçe'nin menfaatleri protestoyu gerektirirse, protesto edilecektir. Bu ülkenin milyonlarının, stada gelen onbinlerin sizin gibi blog sitesi olmayabilir, olmak zorunda da değil. Hesaplaşma yeri stadyumdur. Futbol sizin düşlediğiniz gibi bir entellektüel oyuncağı değildir. Futbol sokaktır, futbol insandır. Ehlileşmeyi çözüm sananlar, Aziz'in askeri olmakta sorun yaşamaz.
YanıtlaSil