Blog içeriğimi asrizamanlar.tumblr.com adresine taşıdım... Buradaki kayıtları arşiv amacıyla saklıyorum.

27 Aralık 2008

Bir nevi taşındık



sevgili beni okuyan bir kaç kişi,

biliyorum, bu bu bloğu zaten birileri beni okuyor diye değil, bazı şeyleri ben unutmayayım, baktıkça bir nevi zamanın ruhuna bakayım gibi daha ulvi nedenlerle tutuyorum (bu konuda pek üretken olduğum da söylenemez ya o da ayrı bir dert)

Bu uğurda bir süredir http://asrizamanlar.tumblr.com/ diye bir internet oyuncağı kullanmaya başladım. Bu blogspot'un başkaca bir çeşidi. Çok kullanışlı ve pratik.. Benim şu sıralar aradığım şey buymuş meğer... (Aynısından yapmak o kadar kolay ki.. Tavsiye ederim.. )

Bir de artık interneti iş dışında neredeyse sadece http://www.feedly.com com vasıtasıyla takip ediyorum. Google Reader hesabımı kullanarak, onlarca siteyi ve bloğu rss feedlerinden rahatçe okuyabiliyorum, tek tuşla listemdeki bütün arkadaşlarımla paylaşabiliyorum, blog olarak girebiliyorum. sadece arkadaşlarımın paylaştığı nefis linkleri takip etsem bile eğlenebilirim (muhitim biraz geniştir de :) ) kendimi adeta misyoneri saydım, ondan anlatıyorum böyle uzun uzun.
kullanmayan kalmasın.! anlamayan varsa sorsun, söz sabırla anlatıcağım...

uzun lafın kısası,

olur da ilginizi çekerse, asri zamanlar'ın bendeki izlerini artık buradan takip edebilirsiniz: http://asrizamanlar.tumblr.com/

güneşli günler dilerim...

13 Kasım 2008

"Benim rengim Sarı- Lacivert" diyenler için



Kulübümüzün resmi mağazası FENERIUM, büyük Fenerbahçe taraftarı için iki büyük sürprizli kampanya başlatıyor. 14 Kasım – 31 Aralık 2008 tarihleri arasında Fenerium'a gelen ve 150 YTL veya üzeri alışveriş yapan herkes, anında taraftar forması kazanacak. Kampanyanın adı "Fenerium'dan Alışveriş Yap, Formayı Kap". Ayrıca yine, 14 Kasım - 30 Kasım 2008 tarihleri arasında Fenerium mağazalarından yapılacak alışverişlerde, 4 adet tekstil ürünü alana, almış olduğu bu 4 ürün arasından en düşük fiyatlı olanı hediye edilecek. Kampanyanın adı "4 – 1 Yanın Sarı Lacivert".

"Benim rengim sarı - lacivert" diyenler için her türlü alternatifi sunan Fenerium'da bu ayrıcalıklı kampanyalardan yararlanmak istiyorsanız, biran evvel bir Fenerium mağazasına uğrayınız.


"4 – 1 Yanın Sarı Lacivert" kampanyası diğer kampanya ve indirimlerle (taraftar kart vb.) birleştirilemez.

4-1'in ardından Downfall

Hitler'i çok kızdırmışız :-)

12 Ekim 2008

güneşi özledik...




bayram tatilinin bitişinin son pazar gününde eskişehir'den eve kabus gibi bir rötarla gelen doğu ekspresinde, fenerbahçe kayseri maçında statta olmama engel olan bir yolculukla geldim. kulaklarımdaki ümit aktan'ın içimi bulandıran, buram buram fenerbahçe fesatlığı kokan bol çızırtıyla karışan sesi de cabası... (o yüzden ayrıca bir kahırlıyım)

işler çok fena.. takım kötü, tren rötar yaptıkça yapıyor...

tren nihayet eve taşıyor beni. televizyondan tekrarı izliyorum. her taraf küfür kıyamet... bütün fenerbahçe fesatları bugünü beklemiş sanki. en kötüsü de bizim içimizdeki fesatlık.

....

90li yıllarda takım taraftarına benzemediği için kızardık. tribunler yenilgiyi kabullenmiyor, yenilse bile mücadelede ısrar istiyordu ama o yıllarda kurulan bütün takımlar bundan çok uzaktı. 2000lerde takım önce daum'la sonra zico'yla bunu öğrenmeye başladı.. artık geriden gelmek fenerbahçe takımlarının bir kaç istisna maç dışında yenilgiyi kafasında kabullenmesi anlamına gelmiyordu. takım inanıyor, başını eğmiyor ve maçı kazanmasını biliyordu.

bunu büyük zorlukları aşarak öğrendiler. çok acı çektiler. geçmişte sırf inanmamışlığı yüzünden çevirimediği maçları çevirecek kudreti daima içlerinde bulmayı öğrendiler. hem de ne acıdır ki taraftara rağmen öğrendiler. (alex gibi bir efsaneyi kombinemle izleme kısmeti bulduğuma şükrederken onun da bu tribünlerden yuhalama ıslık yediğini hatırladım. tuhaf oldum.) örneğin deplasmandaki sevilla maçındaki ilk on dakikada olanlar kadıköy'de yaşanmış olsa volkan küfür kıyametten iyice saçmalar, büyük ihtimalle takım da maçı çeviremezdi.

oysa şimdi tribünler o eski günlerindeki gibi değil. artık onlar daha çok yenilmişliği kabul ediyor. yüreklendirmek yerine yerden yere çarpıyor. fenerbahçe fesatlarına zemin hazırlıyor.

bir fesatlık yapıp fenerbahçenin büyümesini küçümsemek istemem ama bu taraftar-müşteri ikilemi çok önemli. fenerbahçe bir spor kulübü olarak elbette spor endüstrisinin içinde olacaktir. sattığı bir takım şeylerden para kazanarak varlığını daima güçlü kılacaktır. ama sattığı şeyin gerçekte bir "kültür ve yaşam biçimi" olduğunu asla unutmadan. bunu yozlaştırabilecek her konunun üzerine titreyerek. bu konuda titizlenmek de elbette öncelikle "taraftarın" sorumluluğudur.


artık fenerbahçe taraftarının da kendisini müşteriden ayırması gerekiyor. Fenerbahçe'yi bir marka tutkusu olarak sevemeyiz. o zaman takıma bakarken "kötü mal", yönetime kızarken de çok sevdiği markasına kötü mal üreten yönetici oldukları için kızarsınız. böyle düşünüyorsunuz paranızı geri isteyin ve bu stadyumdan uzak durun.

çünkü fenerbahçe bir yaşam kültürüdür. özü de sevgiye dayanır. o güzelim marşımızı bağıra bağıra söylerken daima "hiç bir kulüpte olmayan bu dostluk.." deriz.

artık taraftar olarak bazı tabularımızı oluşturmamız gerektiğini ve bunu da kendisini müşteri olarak algılayan potansiyel taraftarlarımıza öğretmemiz gerektiğini düşünüyorum. nedir bunları konuşalım bence... artık taraftar grupları, forumları vs. bunları daha çok konuşmalıyız. bağnazlıklar üretmeden bazı değerlerimizi koruyacak gelenekler artık iyice şekillenmeli. (kaptanlık geleneğimiz bile tam olarak tarif edilecek bir olgu değil maalesef.. )

mesela bunlar neler olabilir?

fenerbahce taraftarı şartlar ne olursa olsun kutsal oldugunu dusundugu formasını giyenlere asla küfür etmez. onlari elestirse bile herzaman formaya saygi duyarak elestirir. fenerbahçe stadı adı, yeri, konumu, binası değişsebile bizim için kutsal bir mabettir.. mabete biz herzaman fenerbahçe sevgimizi sunmak için geliriz. o gün fenerbahçe kazanabilir de kaybedebilir de.. ama önemli olan bizim mabedimize geliş nedenimizdir. fenerbahçe sevgisini, takımın ve kendi yüreğimizde çoşturmak için bir aradayız... Bu oyunda ve mücadelede stadyuma gelen bizlere düşen görev budur: Fenerbahçe sevgisini yüreklerde çoşturmak, kulübü hep ileriye iteklemek... iş yerine gidince arkadaşlarımla birlikte aragones'e ya da aziz yıldırım'a kızabilirim. gelip forumlarda, bloglarda eleştirilemi yaparım. ama stadyuma başka bir şey için gelirim.

çünkü fenerbahçe taraftarı takımı asla yalnız bırakmamasıyla meşhur ve güçlüdür. fenerbahçeliyi yenilgi kadar üzen şey boş tribünlerdir.

taraftar, herkesin inancını yitirdiği bir zamanda, sırf o yitirmediği için mucizeler gerçekleştiğine inandır.
bunu sevgisiyle yapar. nefretle beslenen sevgi kendini zehirler...

fenerbahceli olmanın tamamen karşılıksız sevgiyle mümkün olabileceğini unutmamak gerekiyor. (o kadar karşılıksız ki iyilik yaptığında allahtan sevap bile beklemeyecek kadar yürekten ve bilgece).

10 Ekim 2008

çanlar kimin için çalıyor?

DÜZELTME: Bu yazıya vesile olan ve aşağıdaki linkte yer alan yazıya tıkladığınızda "Haberin yayını durdurulmuştur" ibaresiyle karşılaşıyorunuz. Yazar olarak adı geçen Posta gazetesi yazarı konuyla ilgisi olmadığını, böyle bir yazıya adı karıştırıldığı için üzgün olduğunu söylemiş. Ne merem bir tezgah donuyor anlamadim. Zaten yazıyı "piyasaya" sürenler de asıl amaçlarına ulaşmış görünüyorlar. Pek çok forumda bulabiliyorsunuz ve binlerce insan birbirine forvırtlamaya başladı bile...

aşağıdaki yazının tepkisine sebep olan sözkonusu yazıyı okumak isteyenler buraya tıklayarak okuyabilirler.




Önce gülümsemeler gelir...
ardından yalanlar...
ve sonunda silahlar...

Roland D.


İnternette şöyle bir haberden haberdar edildim ve okur okumaz bu cevabı yazdım. Onlar bu cavabımı yayımlar mı bilmem ama ben kendimi durduracak değilim. Bu yazıya başlamadan önce bahsettiğim yazıyı okumanızı rica ediyorum.

.....

Adına terör, "düşük yoğunluklu savaş", ihanet, bilmem ne denilen bu İĞRENÇ "SAVAŞ"IN İKİ TARAFINDA DA DEĞİLİM NE MUTLU Kİ... benim için bu iğrenç savaşın kirli iki tarafı var:

1- On binlerce yıldır benzer insanların yaşadığı "o" diyarlarda, içinden söküp atılmasına fırsat verilmeyen cehaleti pompalayıp Kürt faşizmiyle kan ve kötülüğün gücünü elinde tutmaya calisanlar...

2- Bu memlekette yaşayan yüzlerce farklı rengin, kültürün, dilin olduğu gerçeğine inatla direnerek içi boş bir TÜRK FAŞİZMİ pompalayanlar bir diğer tarafı oluşturuyor...

Ve maalesef ikisinin de dili bir birinin aynısı...

Bu yazıdaki gibi savaşçı, kan ve nefretten beslenen "terörist" ağzı çok büyük bir tehlikenin habercileri…

Hitler milyonlarca Yahudiyi fırınlarda canlı canlı yakarken yahudileri aynen bu yazının yazarı gibi görüyordu... Çünkü sorunu genetik ver ırkçı görüyordu. Bu bakışın sonu milyonlarca masum insanın vicdandan tamamen yoksun ölümleriyle bitti…
Teröristin biri “oraların” saf insanlarının evlerine gidip propaganda yapsa, tam da bu yazıyı örnek gösterirdi herhalde. Üstelelik "Bakın gördünüz mü, sizi nasıl da aşağılıyorlar, nasıl da kendilerinden saymıyorlar, nasıl da sizi ezilmesi gereken bir böcek gibi görüyorlar, haklarımızı hukukla falan çözemeyiz. Alın elinize silahı bizimle birlikte dağda savaşın" derdi herhalde… Ucuz faşizm sosunu da eklediniz mi yemeyen de kalmazdı.

Çünkü terör böyle sakat düşünüyor… Propagandasını yaparken bu adamlar gibi düşünüyor.

Bu iğrenç yazıyı okuyan ve gerçekten ülkesini, devletini bütün samimiyetiyle sevmeye çalışan Türk saflar da bu tip adamların ucuz faşizm sosuyla söylenmiş sözlerine kanarak okuldaki KÜRT KANKASINDAN, İŞYERİNDEKİ ARKADAŞINDAN, KOMŞUSUNDAN tiksinmeye başlar. Hatta bu adam gibi hayatta "biyerlere gelmiş" Kürtlerin sahip olduğu her hak için adeta "bahşedilmiş" hakmış gibi davranır. “HEPİMİZ KARDEŞİZ AMA BEN ABİYİM!” KÜSTAHLIĞINA GİRİŞ..

İşte bir savaş böyle sapık düşünceli insanların birbirimize "fesat faşizm" pompalamasıyla çıkartılıyor. Böylece iki terörist birbirlerinin ekmeklerine yağ sürüyorlar. “Vatansever teröristler”, bu ülkeyi Türklerin kafalarında artık "onlar" ve "biz" olarak ikiye bölerek "HAİN" TERÖRÜN AMACINA HİZMET EDİYORLAR.

OYUNA GELMEYELİM... Faşizmin salyalarını akıttığı bir dönemde asker arkadaşını birbirine düşman edecek bu ruh haline izin vermeyelim... Unutmayalım ki HER TÜRK BİRAZ KÜRTTÜR, HER KÜRT BİRAZ TÜRKTÜR... Bu koftiden milliyetçi ağıza bulaşmayalım, BİRBİRİMİZİ İNATLA DAHA COK SEVELİM...

Faşizim ya "hain" teröristler yaratır ya da "vatansever" teröristler... ama vatansaver de olsa, hain de olsa TERÖRÜN AMACI HEP AYNIDIR: KORKUTMAK, DEHŞETE DÜŞÜRMEK, BİRBİRİNE DÜŞÜRMEK, TOPLUMU İSTEDİĞİ ZAMAN KAOUSA SÜRÜKLEMEK... Bu adamlar için "söz konusu terörse gerisi teferruattır"...

Not: Bu yazı alenen hukuka aykırı bir yazı... Hukuk sadece hain terör için değildir ve aynı zamanda vatansever teröristler için de çalıştığında adil olacaktır... Bu yazı "HALKI SINIF, IRK, DİN, MEZHEP VE BÖLGE FARKLILIĞI GÖZETEREK KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK" suçu işlemektedir. UMARIM HUKUK GEREĞİNİ YAPAR. (Hukukun, gereğini yapmaması da mafyaya, teröriste bal kaymak olmaktan başka hiç bir işe yaramıyor.)

8 Ekim 2008

ilk değil...


Artık forumlarında pek çok şeyin iyice kabak tadının verdiği ortamına rağmen, antu.com'da duayen bir kaç yazarı takip etmek hala büyük bir zevk benim için.

Bunların en önemlilerinden sayılan, aynı zamanda "Bu aşk bizi canlı tutacak" gibi harika bir kitabın da yazarı olan Bozkurt Yılmaz abimiz yine çok güzel bir yazı yazmış. Okumalı, okutmalı diye düşündüm. Pişman olmayacaksınız.

Üstelik hemen altında da yıllardır her türlü yazısını keyifle okuduğumuz ve araştırmaya dayalı analiz yazılarıyla yıllardır yıldızı hızla yükselen (üstelelik ve bu yılın antu taraftar ödüllerinde "yılın antu üyesi" ünvanını hakederek almış) Ziya Aktürer'in yine ufkumuzu açan bir yazısı yer alıyor.

Sorunlar ve çözümleri konusunda çok farklı fikirler ileri sürülebilir tabi. Saygılı olmak uygarlığın bir gereği.. Üstelik bu gibi konularda doğrunun "tek" olduğunu düşünmeyenlerdenim. Ama bir şartla: farklı fikilerin doğru ve sağlıklı bir" yaklaşım" geliştirmeye yardımcı olmaya çalıştığına ikna olduğumda. Futbol medyamızın yapamadığı da bu maalesef: doğru ve sağlıklı bir "yaklaşım" geliştirilmesine çaba harcamak.. Bu yüzden böyle yazıları önemsiyorum.

ikisi birden ayni linkte: "ilk değil..."

20 Eylül 2008

Fenerbahçe - Gençlerbiliği



Türkiye ligine kötü başlayan Fenerbahçe, ikinci yarısında çok iyi oynadığı ve maçı neredeyse çevirebileceği bir maçta Porto'ya yenilince kopan saçma sapan kıyamete rağmen keyfimizi bozmuyoruz ve maça gidiyoruz.

Aklı başında insanların hüküm sürdüğü hiç bir diyarda, daha 4 maç üst üste ideal kadrosuyla oynayamamış bir takımın, hocanın, kulübün futboluna bakarak felaket havası yaratılmaz.

Kazanması da kaybetmesi de berabere kalması da olay mertebesinde olan, Türkiye'nin en renkli ve keyifli kulubünün tribünlerinde maç izlemek için yola çıkıyoruz. Hedef: önce Nazlı'da bira, sonra yoğurtçuda buluşma en sonra da biz tribünde, takim sahada eğlencenin dibine vurmaca.. Hadi hayırlısı.

Paul Auster yazdı: ABD'nin ABD'yle savaşı


Amerikan edebiyatının önemli yazarlarından Paul Auster tüm dünyayla aynı anda Türkiye'de de çıkan yeni kitabı "Karanlıktaki Adam"da ABD'yi ABD'yle savaştırıyor...

"Uçsuz bucaksız Amerika kırsalının bir beyaz gecesinde daha, dünyayı kafamın içinde döndürerek yeni bir uykusuzluk nöbetiyle boğuşurken karanlıkta tek başınayım..."

72 yaşındaki eski kitap eleştirmeni August Brill, geçirdiği bir araba kazasından sonra kızı ve torunuyla birlikte oturmaktadır.

Uykusuz bir gecede, anımsamak istemediği düşünceler ve olayları, karısının ölümünü, torununun erkek arkadaşının Irak’ta vahşice öldürülüşünü kafasından kovmak için, kendi kendine öyküler anlatır. ABD’nin Irak’la değil de, kendi kendisiyle savaşta olduğu bir öykü kurar.

Bu hayalî ABD’de, ülke kanlı bir iç savaşa sürüklenmiştir. Gece ilerledikçe, Brill’in öyküsü gittikçe yoğunlaşacak, unutmak istedikleri bir bir geri gelecektir...

Amerikan edebiyatının son döneminin en saygın birkaç yazarından biri olan Paul Auster, tüm dünyayla aynı günlerde yayımlanan yeni romanı Karanlıktaki Adam’da, belki de bugüne kadarki en politik yapıtını sunuyor okurlara.

12 Eylül 2008

Yavaş Yavaş Ölürler



Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.

Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar

Pablo Neruda

11 Eylül 2008

Tarihten bir sayfa: Terim çıldırdı!



(1981) O yıllarda Galatasaray'da top koşturan Fatih Terim, Büyük Maksim Gazinosu'nun çıkış kapısında kıskançlık nöbeti geçirip, Müjde Ar hayranı olan ve Ar’a çiçek gönderip şarkı isteğinde bulunan Turgay Canyurt'un kafasını yardı.

26 Ağustos 2008

6 Ağustos 2008

"Moda İskeleyi yobazlara bırakmayacağız! İçkini kap da gel."


Modalılar şarkılar söyleyip, içkilerini yudumlayarak tarihi Moda İskelesi'nin yobaz zihniyet tarafından ele geçirilmesini protesto ediyor, iskelesine sahip çıkıyor.

Tarihi Moda İskelesi 1994’de harabe haldeyken Kadıköy Belediyesi sahip çıkmış, bakımını yapmış ve atıl duran iskelenin sosyal ve kültürel amaçlı kullanılması için girişimde bulunmuştu. Arkasından iskelenin tasarufunu elinde bulunduran Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğü ihale açarak iskeleyi satışa çıkarmıştı. Kadıköy Belediyesi’nin ihaledeki aktif tutumu nedeniyle İskelenin satışından vazgeçilmiş ve işletme bünyesinde kalması sağlanmıştı. Bu tarihten sonra Moda İskelesi’nin restorasyonu yapılarak işletmeciye kiraya verildi. Aynı zamanda deniz ulaşımı ve Moda Gönüllüleri’nin kullanımı için olanak sağlandı. Türkiye Denizcilik İşletmeleri (TDİ) ile Deniz Ticaret Odası (DTO) tarafından restore edilen ve işletmeye verilen iskelenin en son İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı Beltur AŞ’ye devredildiğini çıkan haberlerden öğreniyoruz. Bu durum aynı zamanda Kadıköy’de yeni bir sürecin başlamasına da neden oldu


Bilindiği gibi İBB’nin kiraya verdiği ve İstanbul’un tarihi mekânlarında bulunan içkili restoranların kira sözleşmeleri iptal ediliyor. Moda İskelesi’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Beltur A.Ş.’ye devredilmesinden sonra Kadıköy’e de ilk defa içki yasağı uğramış oldu. Moda İskelesi’nde yıllardır içki servisi yapıldığını söyleyen Moda sakinleri yasağın demokratik olmadığını belirterek, karara tepki gösteriyor. Bilindiği gibi halen Hidiv Kasrı, Malta köşkü, Sarı Köşk, Beyaz Köşk, Pembe Köşk, Çadır Köşkü, Paşalimanı Kafe, Feshane, Kartal Kültür Merkezi ve Bosphorus Garden gibi önemli mekânlarda içki yasağı uygulanıyor.

‘Özgürlükle çelişiyor’

Büyükşehir ve işletme yetkililerinin “Vatandaş böyle istiyor” ve “Gündemde böyle bir konu yok” gibi doğru olmayan gerekçelerle “yasakçı” bir zihniyeti temsil ettiğini belirten İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin CHP’li Grup Başkanvekili Kemal Akar da karara tepki duyuyor.
Akar, bu konuda görüşlerini şöyle anlattı:
“2010’da Avrupa Kültür Başkenti olmuş, Belediye Başkanı’nın da kongre ve kültür şehri yapma iddasında bulunduğu İstanbul’da şu anda sosyal tesislerde ‘içki vermememe’ anlayışı özgürlüklerle, çağdaşlıkla büyük bir çelişki oluşturuyor ve bu anlayışın bir an önce değişmesi gerekir”

Modadalılar uygulamayı protesto etmeye başladı

Moda sakinleri de içki yasağına ilk tepkilerini 25 Temmuz 2008 Cuma akşamı gösterdi. Kendiliğinden harekete geçen sakinler internet aracılığıyla yaptıkları çağrı sonucunda biraraya geldiler. 100’e yakın Modalı, İskelenin yanında toplandı ve hep birlikte şarkılar söyleyerek uygulamayı protesto etti.

Konuyla ilgili konuşan Modalılar “Modalılar adına birilerinin değil de Modalıların kendi günlük yaşamlarına müdahale eden bu dayatmaya karşı bizzat mücadele etmesi önemli. Bu dayatmayı yapan zihniyeti ve dayatmanın zamanlaması çok önemsenmeli. Modalıların Moda İskele mücadelesi, memlekete sahip çıkma mücadelesi ile özdeştir. Bu somut olaydan yola çıkarak gericilik egemen siyasi anlayış teşhir edilmelidir” dediler.

Moda sakinleri yanlış uygulamaya karşı mücadeleyi “Moda İskelesi’ni Yobazlara Bırakmayacağız! İçkini kap da gel” sloganı altında sürdüreceklerini belirtiyorlar. Semt sakinleri, cuma akşamları saat 21.00’de Moda İskeles’inde protestoları kesintisiz sürdüreceklerini de sözlerine ekledi.

Bu arada facebook'ta konuyla ilgili açılan gruptan gelen son mesaj da şöyle:

"Kardeşler geçen cuma gittiğimizde gördük ki Moda İskele tutuklu. Yobazlar tarafından demir kapılar ardına mahkum edildi. Başına da gardiyan dikildi. İskelenin üzerine çantalarınız didik didik aranmadan giremiyorsunuz. Kamıuya ait bir alanda, deniz kenarında neye dayanarak yuttaşların çantalarında alkollü içki araması yapılıyor. Meşru olmayan uygulamaların zor gücü ile uygulanması faşizmdir. Kimin iskelesini kimden sakınıyorlar?

Moda İskele özgürlüğüne kavuşasıya kadar her cuma 21:00 görüş gününe gidiyoruz.
Bahariye caddesinin bitiminde, Moda İlkokulu'nun önünde, eskiden havuz olan meydanda cuma akşamı 20:30'da buluşup, 21:00'de Moda İskele'de olacak biçimde hareket edeceğiz. Lütfen çeşitli enstrümanlarla ve güzel şarkılarıyla etkinliğimize katkıda bulunabilecek dostlarımız hazırlıklı gelsinler. Yobazların tutukladığı Moda İskele'yi özgürleştimek, kararttığı yaşantısını şenlendirmek insanın insan olma serüvenine, insanlık tarihine, aydınlanma mücadelelerine olan borcumuzdur.

Moda İskeleye sahip çıkmak, yobazın karanlığından kurtulmuş, bağımsız, eşit ve özgür bir geleceğe sahip çıkmanın sembolüdür."

1 Ağustos 2008

Dailymotion da kapatıldı

\

M
ahkeme kararıyla kapatılan ve uzunca bir süredir kapalı hâlde duran Youtube'un ardından bu kez de bir diğer video paylaşım sitesi olan Dailymotion kapatıldı.



31 Temmuz 2008

Dinamo Mesken

Hikâye, o yılların fırtına gibi esen demir perde takımı Dina­mo Kiev'in Bursaspor'la yaptığı maçlarla başlıyor. Hayatı pay­laşarak yaşamayı şiar edinen muhit insanları için maçlar dö­nüm noktası olmuş. 1971'de memleket meselelerinin çözüm­lenmeye çalışıldığı mahalle kıraathanesinde büyük ağabeyler toplanır ve politika yerine spor yaparak Bursa'ya açılma kararı alınır. Kulübün adıysa kendiliğinden ortaya çıkmıştır, kâğıt üzerinde tescillenebildiği şekliyle Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü ve fakat taraftarlarının gönlündeki adıyla Dinamo Mes­ken...

Erkan Can, o dönem takımın maskotu. Amigoluk yapıyor. Tribünlerden aldığı ilhamla sahneye transfer olmuş. Takımın eski kalecisi Kamyon Vedat, "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar" filminde Erkan Can'a oyuncu koçluğu da yap­mış.


Devrimci Futbol Takımımız ...

Türk futboluna siyasi müdahaleler yıllardan beri tartışma konusu... Ancak bugüne kadar bir kulübün kapatıldığına, üs­telik "politik faaliyetler" gerekçesiyle kapatıldığına tanık olma­mıştık. En azından tanık olmadığımızı düşünüyorduk. Ta ki Bursa'nın adından dolayı kapatılmış amatör futbol kulübü Di­namo Mesken'le tanışıncaya kadar. Dinamo Mesken ilk bakışta adından anlaşılacağı üzere "solcu" ve "yerli" olmanın bahtsızlı­ğına kurban gitmiş ama aslında harcanmış bir kaderi var. Zira Dev - Genç'lilerle ülkücülerin birlikte oynayabileceği kadar si­yasete uzak, delikanlıları "kör siyasetin tehlikelerinden" uzak­laştırma ülküsüne aracı olacak kadar da spora yakındı sadece. Ne var ki, büyük acılar ve travmalar yaşayan bir ülkenin yazgı­sından onlar da nasiplerini aldılar ve hala sindiremedikleri bir tarzda yargılanıp, "isminden dolayı kapatılmış ilk futbol kulü­bü" olarak, talihsiz isimlerini Türk futbol tarihine solgun harflerle yazdırdılar.

Ülkücü "Dinamolu"

80 döneminde Türkiye'nin biraz da mimlenmiş mahallele­rine gözdağı vermek isteyenlerin hışmına uğrayan gençlerin hikâyesi bu. Kulüp yöneticileri bile 20 - 25 yaşlarında. Beraat eden takımdan kimse hapis cezası almadığı için belki şanslılar. Ancak bugün mahallede yaşayanlar dağılan takımlarını bir da­ha toparlayamadıkları İçin üzgün ve kapılarına mühür vurul­duğu için hâlâ kızgınlar. Gerçekten de onlar kendilerini ceza­landıran askeri yönetimin iddia ettiğinin tersine her ideoloji­den insanla barışıktılar.

Kulübün eski oyuncularından olan ve 1993 -1995 yılları arasında MHP Yıldırım İlçe Başkanlığı da ya­pan Osman Yağcı'nın da dediği gibi "Tunç hocamız maçlardan önce soyunma odasında bizlere 'Arkadaşlar Mesken'i mahcup etmeyelim, halkımıza saygılı olalım, milliyetçi olalım, futbolu izletelim' derdi. Siyasi konuşmalar hiç olmadı. Sağcı olduğum için baskı olmadı. Futbola Mesken'de başladım, Mesken'de bı­raktım. Anlayamıyorum. Sadece spor yapan bir kulübü kapat­manın ne anlamı var." Ama Bursa'nın varoşlarında yaşama sa­vaşı veren bu insanlar kesinlikle yanlış anlaşıldıklarını düşün­müyorlardı. Birileri onları işlerine geldiği gibi anlamışlardı. On­lar çağırmadan kendilerini bulduk ve olanları anlamak için her şeyin başladığı güne ve yere doğru yola koyulduk. Bugüne kadar açılmamış olan bu konuyu takımın amigosu Erkan Can'ın ve yargılanmış, işkence görmüş Dinamo Meskenli arkadaşlarının ağzından öğrenmeye çalıştık.

Mimli mahallenin dinamosu

Hikâye, o yılların fırtına gibi esen demir perde takımı Dina­mo Kiev'in Bursaspor'la yaptığı maçlarla başlıyor. Hayatı pay­laşarak yaşamayı şiar edinen muhit insanları için maçlar dö­nüm noktası olmuş. 1971'de memleket meselelerinin çözüm­lenmeye çalışıldığı mahalle kıraathanesinde büyük ağabeyler toplanır ve politika yerine spor yaparak Bursa'ya açılma kararı alınır. Kulübün adıysa kendiliğinden ortaya çıkmıştır, kâğıt üzerinde tescillenebildiği şekliyle Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü ve fakat taraftarlarının gönlündeki adıyla Dinamo Mes­ken...

Kulüpte siyasi faaliyet yapılmasına yönetim kurulu hiçbir zaman izin vermemiş. Ancak solculuklarından gelen dayanış­ma kültürüyle beklenmedik sonuçlar almaya başlayan takım "kurtarılmış mahallesi"nin adını duyurmaya başladıkça birileri için can sıkıcı olmaya başlamış. Bu baskılar askeri yönetimin Eylül 1981'de kulübü kapatmasıyla son buluyor. Kulübün ka­patıldığı günü yaşayanlardan dönemin yöneticisi Ali Nihat Irkörücü, "Kapatılma gerekçeleri sudan gerekçelerdi" diyor ve şöyle devam ediyor: "Şöyle bir kılıf bulmuşlardı. O gün bir ar­kadaşımız emniyetten izinli olarak esnaftan her zamanki ruti­ne uygun şekilde para toplamaya çıkmıştı. Güya haraç topladı ğımız yönünde İhbar alınmış. Arkadaşımızı po­lis gözetimine, nezarete almışlar. Kapatılmasaydı 7 - 8 tane profesyonel olabilecek oyun­cumuz vardı. Örneğin Kamil Torun kurtuldu. Onu darbe öncesi bir takıma eşofman karşılı­ğında sattık. Maddi durumumuz öyleydi. Ka­mil daha sonra Ankara Demİrspor formasıyla 2. ligde de oynadı. Gerçekten kulübün hiç yap­madığı bir şey varsa o da siyasetti. Yargılandık. Beraat ettik ama federe olma hakkımızı kay­bettik. Masum olduğumuz halde itham edilmiş olmamız bile yeterli bir ceza. İçlerinden bir tek ben 1989 senesinden sonra yasal bir parti olan SHP'den siyasete atıldım. Bunda ya­şadıklarımızın da payı var." Irkörücü hala CHP Yıldırım Merkez İlçe Başkanlığı yapıyor.

Çok şeyler bağlanmış takıma, tabii en başta umut. Çok şeylerini kaybedenler olmuş takımı ayakta tutabilmek İçin. 1980'e kadar bile rahat edememişler. Onları sindirmek için karşı dü­şünceden insanlar yerleştirilmiş mahallelerine. 1976'da Kemalpaşaspor'la yapılan bir maçta "Moskova dışarı" sloganlarıyla ıslıklanmışlar. Eski yönetici Hasan Gürses, "Devamlı emniyet baskısı altındaydık. Haftada bir örgütlenme var mı diye kontrol yapılıyordu" diyor. "Büyük pa­ralar harcadık. Babamın emekli parasının yarı­sını kulübe yatırdım. Kardeşimle kavga ettik. Kapatıldığı gün minibüs tutmak için toplanan paraları sayıyordum. Lokali bastılar. Masadaki paralarla birlikte her şeye el koydular.""Hangi örgüttensin, silahlar nerede?"

Takım, deplasman masrafları için kapı, kapı para toplamak zorunda kalmış. Ancak bunu bir türlü anlatamamışlar. Tutuklanma gününü, "Paraları sayarken hepimizi siyasi şubeye gö­türdüler. İki gün boyunca dayak yedik, kapanış da öyle oldu" diyerek açıklıyor, Avanta Kemal. Bütün baskılara karşın, elbette ki bu kadarını beklemiyorlarmış. İşin garip tarafı bir süre ku­lübün yeniden açılabileceğine inanmışlar.Emniyetteki sorular hep ters köşeden. Cengiz'e yöneltilen soru "hangi örgüttensin sİlahları nerden temin ediyorsun?" Bugün o sorulara bir cevabı var Tunç hocanın: "Bize saldıran in­sanlardan daha milliyetçi insanları yetiştirdik biz. Erkan Can gibi birini çıkardık. Gözlerim yaşarıyor şimdi, o kulübü kapatmak devlete hiç yakışmazdı."

Erkan Can, o dönem takımın maskotu. Amigoluk yapıyor. Tribünlerden aldığı ilhamla sahneye transfer olmuş. Takımın eski kalecisi Kamyon Vedat, "Dar Alanda Kısa Paslaşmalar" filminde Erkan Can'a oyuncu koçluğu da yap­mış. Onu anlatırken "Kendisine amigo demez­di Erkan. Seyirci organizatörü derdi. Ne oldu­ğunu anlayamadığımız marşlarla tribünü ateş­lerdi. Rakip taraftarları şok ederdi" diyor. Ta­kımla ilgili söylediği şeylerse diğerleriyle aynı: "Arkadaşlarımızın katiyen politik bir misyonu yoktu."Formaya aşıktık biz O günlerden unutmak İstedikleri şeyler de var. Kahvehaneye huzursuzluk çöküyor. Takım kaptanı Fahrettin bu noktada yapıştırıyor ceva­bını "Siz yoksa devre arasında Çav Bella'yı mı okuduğumuzu sanmıştınız." "Sahada kendini devrimci gibi mi hissediyordun, futbolcu gibi mi?" diye sorduğumuz 10 numara Arnavut Özcan'dan da bir şey çıkmayınca; takımın büyüklerinden Ertuğrul Kanşay karışıyor söze; "Bizim Dinamo'muz, yalnızca sahadaki dinamizmimizdi. Mesken, sol kesimin olduğu bir mahalleydi. Kapatma nedeni bu. Bilmem anlatabiliyor muyum?" Özcan Selamet takımın hücuma dönük orta saha oyuncusu, kaldığı yerden devam ediyor. "Formaya âşıktık biz. Forma almaya gücümüz, olmadığı için herkes fanilasıyla gelirdi. Arkalarına numara yapıştırırdık. Maçımız 11.00'deyken sabahın 05.00'İnde, karanlıkta kulüpte beklediğimizi biliyorum. Böyle bir ruhtu bizi birbirimize bağlayan". Arnavut, bir süre daha oynadığından, futbolu Mesken'de bırakan ar­kadaşlarının psikolojisini en iyi anlatabilecek isim. Arkadaşlarının kaderini yorumlarken "Futbol bir tutku. Oynadığım için söylüyorum devam edememek çok acı. Ben, kulüp kapanmadan önce başka bir takıma geçtim, orday­ken bile Meskenlilerle idmana çıkardım. Böyle bir ruhumuz vardı." Özcan Selamet, bugün halâ "militan" değil ve Cavit Çağlar'ın mutemetlğini yapıyor.

Bahis "Ruh"tan açılınca konuşanların hevesi yükseliyor; başka kulüpten bonservisini cebinden ödeyerek gelen Bülent ve evliliğinin ikinci günü kupa maçına çıkan İbrahim Aksal gibi. "İkinci gün Tunç Hocam geldi, kupa maçımız var, gelirmisin, dedi. Tereddüt etmedim. Eşofmanlarımı giyindim, çıktım. 0 gün kupayı kazandık. Unutamıyorum. Çok farklı bir duy­guydu"Top bir daha santraya dönemedi Duygulara hasımlık edenler, Dinamo'yla yetinmemişler. Semtin Dinamo türevi kurulan diğer takımları Ortabağlar ve Teleferik Kartalspor da aynı akıbeti yaşamış. Ortabağlar'ın yö­neticisi berber Enver Ünal'ın yüzüne karşı, "Biz bu mahallenin siyasi kimliğini biliyoruz. Kulü­bü neden kapattığımızı da herkes bilsin" denilmiş ."Varsayımlar üzerinden hareket edenler, gelip şu insanlara bir baksa kendilerinden utanacak. Hepsi beraat etmiştir ve bugün Mesken'de İtibar göre­rek dolaşırlar." Oyuncu olanlarının İçindeyse yargılanmış bir tek İsmail Güzeltürk bulunuyor. Sahadaki pozisyonu "sağ bek". İronik bir rastlantı. Yaşananlardan çıkarılacak dersler basit. 1981'de başına bü­yük belalar almış küçük bir takım kapatılmadı. Hayatında hiç karakola gitmemiş olanlar kapatılma kararının ardından gözal­tında işkence gördüler. Top bir daha santraya dönemedi. Kapatılmasa memlekete "zararı" ne olurdu bilinmez. Ancak ku­lüplerin günümüzde yetiştirdiği gençleri düşündüğümüzde söylenecekleri toparlıyor Kenan Demir "Gençlerimize borçlu­yuz. Yarım kalmış işlevimizi tamamlamalıyız. Türkiye bizden başka acılar da yaşadı. Ama kulübümüz bugün açık olsa ve Mesken'de yaşasaydı Ogün Samast katil değil, belki de o katile tavır koyan bir sporcu olabilirdi."

Erkan Can' la Söyleşi


80 döneminde gençlik yıllarınızın geçtiği Bursa'da siyasi gerekçelerle kapatılmış bir kulübünüzün olduğunu söylediniz. Nedir bu Dinamo? Bu bir espri miydi? Eğer doğ­ruysa bu bir ilk. Neydi Mesken'in öyküsü?
- 80’li yıllar, amatör takımlar devri. 22 ya­şındaydım. O zamanlar yeni yeni ucuz mes­kenler kuruluyordu Bursa'da. Top oynayacak yerimiz çoktu. Daha sonra mahallenin altına eğitim enstitüsü açılınca oradan öğrenci ağabeylerimiz geldi. Mahalleli de onlarla be­raber kulüpte takılmaya başladı, solcu oldu. Kulüp orada doğdu. Takımın adını Dinamo Mesken koydular. Daha sonra futbol falan bitti. Kimse arkasını sormadı, açılmadı.

Sizin o yıllarda kalecilik de yaptığınız söy­leniyor. Kaleci, argoda parasız anlamında kullanılır. Nasılsın diye sorduklarında "Schumacher gibiyim" diyormussunuz. Ama sanırım siz takımın amigosuydunuz...

- Kalecilik yapmadım. O benim jargonum. Nasılsın diyorlar, kaleciyim diyorum. Bekliyo­ruz, para yok, pul yok, kaleci durumu da ora­dan gelir. O benim otuz yıldır söylediğim bir durumdur yani. Amigoluk yaptım tabii ki.

Nasıl bağırttırıyordunuz tribünleri?

- Dinamo'nun gençleri, bir elinde şişe, sa­atlerce neşe! Dinamo'nun gençleri birçok menekşe!

Mahalle benimsiyor muydu Dinamo Mesken'i?

- Tabi canım, gurur duyardık! Tomas Or­hanlar, Yakalı Mehmetler, Komando Musta­falar, Avanta Kemaller, Ertuğrul Kanşay. Bu abiler bilirler bunları.

Sizin de lakabınız var mıydı?

- Sarı! Benim lakabım san'dır. Adımı bil­mem. Eskiden daha da sarıydım, sapsarıy­dım. Kill Bill!

Peki derdiniz neydi, mahalleyi Moskova'ya bağlamak gibi bir niyetiniz mi vardı?

- (Gülüşmeler) Yoo... Zaten solcu bir ma­hallede büyüdüğümüz için takımın adı da böyle olacaktı. Çok normaldi bu.

Anladığım kadarıyla darbe öncesi mahalleler kendi kulüplerini kalkındırabiliyordu ama sonra her şey için para gerekti. Bu arada o yardımlaşma durumu da darbeyle birlikte gitti.

- Evet, başka bir şeyler lazımdı, yetmedi. "Satıyorlar oğlum" diyor, Rafet El Roman'ın filmde oynadığı karakter. Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, her şeyi anlatıyor bence. Zaten hikâyesi de Akyazı Akınspor'dur. Bİz onu Bursa hikayeleriyle harmanladık. Bursa'da çekildi film.Bursa'nın spor camiasının eskilerinden birkaç kişiyi aradık. Dinamo Mesken'in varlığıyla ilgili sorular sorduk.

Sağ cenahın eskilerinden biri sizin bunu abarttığınızı...

- Sağdan yürüsün, saçak altından, cüzdan bulur belki!

Hayat futbola fena halde benzer diye bir sloganı var filmin. Dinamo Mesken'in hi­kâyesine baktığımızda görüyoruz, futbol da siyasete benziyor. Şu anda da Çarşı gru­bunun müdavimi olduğu bir mekândayız. Futbolu ve siyaseti birlikte nasıl yorumlu­yorsunuz?

- Stratejidir. Programdır; koçluk işidir, ka­fana göre oynayamazsın. Futbolun da haya­tın içindeki gibi bir ahlakı var. Tek başına yapılabilen bir şey değildir. "Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine." Ha­yatı sürdürebilmek için dört doğru pas yüz­de 90 goldür. Siyasette de böyle. Çarşı'yı da seviyorum tabi. İyi bir tribünü var.

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar'da siz kaleci Torba Suat'ı canlandırdınız. Karakterin si­zin üzerinize yazıldığı söylenir. Dinamo Mesken'den esinlenildi mi filmde?

- Yok, ama bunları anlatmıştım, etkisi ol­muştur yani. alıntıdır.


KAYNAK: AKTÜEL

28 Temmuz 2008

Antu.com'dan: Bu Biletler Pahalı !


2008-2009 sezonu için çıkarılan kombine kartlarını, geçen yıl şampiyonluğu kaçırmamıza rağmen adeta yağmaladık. Kulübümüzün açıkladığı rakamlara göre 27 bini aşkın kombine kart almışız. Bir kulübün gelişimi ve elde edilen sıcak para ile elinin rahat etmesini sağlayan bu rekor kombine satışı yüzünden hem bu başarıyı gösteren yönetimimizi hem de kombine kartlarını kapışan taraftarlarımızı tebrik ediyoruz. Kulüp taraftar bütünleşmesinin en büyük göstergelerinden biri de bu kombine satışları.


Stadımız 52 bin kişilik. 27 bin kombine satıldıktan sonra geriye 25 bin koltuk kalıyor. Bunların bir kısmı sponsorlara ve misafir takım taraftarlarına ayrıldığı için geriye az miktarda koltuk kalıyor. Bu koltukların çoğu da Migros Tribünü`nde bulunuyor. Buraya kombine yıllardır çıkarılmıyor. Nedeni ise Anadolu`dan ve yurtdışından gelen taraftarlarımızın da maç izleyebilmelerini sağlamak ve tansiyonu yüksek maçlarda polisin oluşturduğu güvenlik kordonunun genişliği sebebiyle buradan kart alan taraftarlarımızın mağduriyetini engellemek.

Maçların bilet alınarak seyredildiği Migros Tribününe genellikle öğrenciler ve dar gelirliler rağbet ediyorlar. Stadımızın en ucuz yeri orası. Ancak yönetimimiz, takımımızın oynayacağı iki maçın bilet fiyatlarını açıkladığında, forumlarımızda gelen zammın yüzde 50`ye yaklaştığından yakındık, ülkede hiç bir şeye bu kadar zam olmamışken yeni bilet fiyatlarının pahalılığından şikayet ettik.

ANKET SONUÇLARI
Biz de bir anket açarak taraftarlarımızın bu konudaki fikirlerini sorduk. Anketimize 12 bin 57 kişi katıldı. Katılanların yüzde 40.14`ü (4 bin 840 kişi) bilet fiyatlarını insafsız bulurken, yüzde 25,69`u (3 bin 98 kişi) ise biletlerin çok pahalı olduğu yönündü fikir belirtti. Geri kalan yüzde 34`lük bir kısım bilet fiyatlarını normal ya da ucuz olarak değerlendirdi.

Anket sonuçlarını yorumlarsak taraftarımızın 3`te 2`si bilet fiyatlarından şikayetçi. Ancak yine biliyoruz ki yıldız futbolcular da yüksek bedellerle transfer ediliyor. Bu konuda bir orta yol bulunmalı çünkü misafir takım taraftarı ve güvenlik için ayrılan yerleri düşersek yaklaşık 10 bin kişilik bir tribünün gelirinin yıldız transferlere kaynak yaratacağı da şüpheli.

ÖNÜMÜZDEKİ SEZONUN TAHMİNİ BİLET FİYATLARI
Öncelikle yönetimimizin açıkladığı 2 maçın kale arkası bilet fiyatlarından hareketle, önümüzdeki sezon Migros Tribünü fiyatlarını bulmaya çalışalım. Yönetimimiz iki maçın bilet fiyatlarını açıkladı. Shaktar Donetsk ile hazırlık maçı ve Şampiyonlar Ligi 2. öneleme turunda MTK ile oynayacağımız maç. Shaktar ile oynadığımız maçın Migros bilet fiyatı 33 YTL idi. MTK ile oynayacağımız maçın ise 66 YTL.

Shaktar ile geçen yıl yine bu zamanlarda bir hazırlık maçı yapmıştık ve o maçta fiyat 25 YTL idi. Bu sezon açıklanan 33 YTL`lik fiyata göre Migros Tribün yüzde 32 zamlanmış. Geçen yıl Şampiyonlar Ligi 1. önleme turunda Anderlecht`le oynadığımız maçta bilet fiyatı 50 milyon YTL idi bu sene Şampiyonlar Ligi 2. ön eleme turunda oynayacağımız MTK maçında ise bilet fiyatı 66 YTL olarak açıklandı. Bu kategoride de yüzde 32`lik bir zam uygulanmış.

Bu oranları göz önüne alarak, geçen yılki normal lig maçı, derbiler ve Avrupa Kupası maç bilet fiyatlarının üzerine yüzde 32`lik bir zam yaparsak önümüzdeki sezon uygulanacak bilet fiyatlarını büyük ölçüde öngörmüş olacağız.

Geçen yılki bilet fiyatlarına bu yüzde 32`lik zammı uyguladığımızda, geçen sezon normal lig maçlarında 30 YTL olan biletlerin, 40 YTL. 45 YTL olan derbi bilet fiyatlarının bu yıl 60 YTL. Geçen sezon 50 YTL olan Şampiyonlar Ligi maçlarının 65 YTL olabileceğini öngörebiliriz.

Bu gelişmeler karşısında küçük bir araştırma yaptık. Hedeflerimiz açısından Türkiye`de dengimiz olmadığı için yurtiçindeki takımlarla karşılaştırma yapmak yerine, seviyelerine ulaşmayı hedeflediğimiz Avrupa`nın en büyük kulüplerinden bir kaçı ile bilet fiyat ve politika karşılaştırmaları yaptık. Konunun aydınlanmasına bir katkımız olursa ne mutlu bize.

CHELSEA
Dünya en pahalı kadrosuna sahip kulüp, Chelsea. İngiltere`de Abramovich kulübü satın almadan önce bile "milyonerler" adıyla anılıyordu. Chelsea bir İngiliz kulübü. İngiltere milli geliri 1 trilyon 362 milyar dolar, kişi başına düşen milli gelir ise 23 bin dolar. İngiltere`de asgari ücret saatte 5.05 pound. Yani günde 8 saat çalışan bir ücretli günde 40.4 pound kazanıyor. Haftada 2 gün tatil yapıp ayda 22 gün çalıştığını varsayarsak, 888.8 poundluk bir aylık gelirin sahibi. Bunun YTL olarak karşılığı ise 2 bin 110 YTL.

Ülkemizde ise durum şöyle: Türkiye`nin milli geliri 500 milyar dolar civarında yani İngilizler bizim 3 katımız. Ülkemizde kişi başına düşen milli gelir 7 bin dolar. Burada da bizden 3 kat fazlalar. Asgari ücrette ise durum daha da vahim. Ülkemizde asgari ücret bu yılın 2. yarısında 457 YTL oldu. Asgari ücretle çalışan bir İngiliz işçi, aynı şartlarda çalışan bir Türk işçiden 5 kat fazla gelir elde ediyor.

Bu kısa ekonomik karşılaştırmadan sonra. İki takımın bilet fiyatlarını ve uyguladıkları politikaları karşılaştıralım.

Chelsea`nin stadı Stanford Bridge`de pahalı yerler bizdekinin aksine üst tribünler. Tribünlerin alt katlarındaki koltuklar daha ucuz fiyatlardan satılıyor. Chelsea`nin en önemli özelliği bizim Fenerium Alt`a denk gelen bir tribünü ailelere ayırması ve ucuz fiyata satması. Bu tribünden, eğer genç-yaşlı üye kategorisine dahilseniz, 35 YTL`ye maç izleyebiliyorsunuz.

Chelsea kulübü taraftarını 4 kategoriye ayırıyor. Yetişkin, yaşlı, genç ve öğrenci üye kategorileri var. Yaşlı ve genç kategorisinde olanlar biletlerini, genel satışta bir yetişkinin aldığının yarısından az fiyata alıyorlar. Bir de üye iseler bu indirim daha da artıyor. Yaşlı- genç kategorisinde olanlar kombine kart alırken de yüzde 50`lik bir indirimden yararlanıyorlar. Bizim normal lig maçlarında tahmini en ucuz bilet bedelimiz 40 YTL olacak, Chelsea`nin resmi sitesinden açıkladığı 2008-2009 lig maçları bilet fiyatlarına göre onların en ucuz bileti 35 YTL.

Chelsea`nin tüm tribünleri içeren bilet fiyat tablosu şöyle:


Not: Bilet fiyatları Pound`tur parantez içinde YTL karşılıkları verilmiştir.

BARCELONA
Katalanların milli takımları saydığı Barcelona, formasının kutsallığına halel gelmesin diye forma reklamı bile almayan bir kulüp. Bünyesinde dünyanın en büyük futbolcularını barındırmayı adet haline getirmiş bu kulüp bilet satışlarında taraftarını ikiye ayırıyor. Üyeler ve normal taraftarlar. Üyeler bilet satışlarında yüzde 5 ile 20 arasında indirimden faydalanıyorlar.

Barcelona lig maçlarını da A+, A, B, C, D diye 5 kategoriye ayırmış. Maçların önem derecesine göre fiyatlar değişiyor. Stadyum da aşağıdaki oturma planındaki renklerden de anlayacağınız gibi 4 bölüme ayrılmış. A+ klasmanına sadece Real Madrid maçı giriyor, A grubu ise Sevilla, Espanyol, Valencia ve Mallorca maçlarından oluşuyor. Barca`nın B kategori maçları ise, Ath. Bilbao, A. Madrid. Deportivo ve V. Real. C Kategorisi; Zaragoza, Betis, Recreativo, Ossasuna, D kategorisi ise, Almeria, Murcia, Racing ve Levante maçlarından oluşuyor.

Tüm bu kategoriler ve takımlar lig başlamadan önce taraftara duyuruluyor. Yukarıda ekonomik göstergelerini verdiğimiz İngiltere`ye yakın bir ekonomiye sahip İspanya`da, bir Barcelona taraftarı en değerli maç olan Real maçını Nou Camp`ta en ucuz 130 YTL`ye seyredebiliyor. Biz de bunun karşılığı sayılabilecek Galatasaray maçını Saracoğlu`nda 60 milyona seyredebileceğiz.

Buna karşılık onlar bir Murcia maçını en ucuz 26 YTL`ye seyredebilirken biz ona denk gelen bir Belediye maçını en ucuz 40 YTL`ye seyredebileceğiz.

Yani onlar dünyaca ünlü derbileri El Classico`nun değerini bilirken, biz, dünyanın en önemli derbilerinden sayılan, biletleri çıktığı anda biten Galatasaray derbisinin kıymetini bilmiyoruz. Buna mukabil genelin ilgisini çekmeyen önemsiz maçların biletlerini değerinin üzerinde satıyoruz gibi bir sonuç çıkarmak da mümkün.

Nou Camp Tribün planı şöyle:


Barcelona`nın tribünlere göre bilet fiyatları:


BAYERN MÜNİH
Almanya`nın bu en büyük ve başarılı kulübü, incelediğimiz diğer kulüpler arasında bilet konusuna en titiz ve farklı yaklaşan kulüp. Alman disiplini ve titizliği bu konuda da kendisini göstermiş. Bilet satışını tribünlere göre değil, koltukların konumunun iyi veya kötülüğüne göre yapıyorlar. Eş fiyata sahip yerler tribün planında aynı renkte gösteriliyor. Bayern Münih teknolojinin son ürünü olan stadı Allianz Arena`daki kör noktaları bile ucuz fiyata satıyor.

Bayern Münih maçlarını önemine göre ikiye ayırıp farklı fiyatlar uyguluyor. A ve B Kategorisine ayrılan maçlar oturma yerine göre 6 farklı fiyattan satışa sunuluyor. Aşağıda kategorilere göre maçların bilet fiyatlarını görebileceğiniz tabloya göre, Avrupa`nın en güçlü ekonomilerinden birine sahip Almanlar, Bayern`in A kategorsinden bir maçını en ucuz 28 YTL`ye seyrederken (Kör noktadan bilet alırsanız bu rakam 18 YTL`ye düşüyor), B kategorisinden bir maçı en ucuz 22 YTL`ye seyredebiliyorlar (Kör noktadan 9 YTL`ye).

Allianz Arena Oturma Planı:


Bayern Münih`in bilet fiyatları:


SONUÇ
Yukarıda mercek altına aldığımız kulüpleri incelediğimizde, ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, uyguladıkları incelikli politikalarla toplumun her kesiminden taraftarlarını statlarına çekip, maç izletmek istediklerini görüyoruz. Kimi öğrencilere, çocuklara, yaşlılara indirimler yapıyor, kimileri maçları kategorilere ayırılyor, kimi üyeliği teşvik edip indirim yapıyor.

Kulübümüzün büyük hedefleri olduğunu biliyor ve bu hedeflere ulaşma yolunda sonsuz desteğimizi maddi ve manevi olarak veriyoruz. Kulüp hangi ürünü çıkarırsa alıyoruz. Fenerium`lar satış rekoru kırıyor. Taraftar Kart`ta kulübün hedeflerini aştık. Bizden ne istenirse fazlasıyla yerine getirmeye çalışıyoruz.

Ancak kulübümüzün de dar gelirlilerin ve öğrencilerin tribünü olan Migros`a yüksek oranda zam yaparken ya da tam tersi yüksek gelirlilerin kombine aldığı 1907 tribününün en kenarlarında yer alan ve maç seyretmenin zor olduğu koltukların fiyatlarını yüzde 100 arttırırken biraz insaflı olmasını bekliyoruz.

"çalar saatler düşleri öldürür!"




Bugün radikal'de ve milliyet'te denk geldiğim bir haber. Sitelerinde güzel bir video da var. Şu linkten izlenebilir.

-------


Kanada’da ilk kez üç yıl önce yapılan yerel seçimlerde boy gösteren ‘Work Less’ (Az Çalış) Partisi, haftada 40 olan çalışma saatinin 32’ye düşürülmesi için çalışıyor ( Kaynak: Radikal )

ANKARA - Kanada’nın British Columbia eyaletinde yasal bir siyasi parti olarak faaliyet gösteren Work Less Party’nin (Az Çalış Partisi), sloganı ‘Çalar saatler düşleri öldürür’, kurucusuysa 1969 doğumlu yazar ve aktivist Conrad Schmidt. Otomobiller yerine toplu taşıma araçlarıyla bisikletin yaygınlaştırılmasını savunan ve bu amaç için farklı gruplarda faaliyet gösteren Schmidt, ‘Artists for Peace/Artists Against War’ (Barış İçin/Savaşa Karşı Sanatçılar) gruplarının da kurucusu...
‘Workers of the World, Relax: The Simple Economics of Less Industrial Work’ (Dünyanın Tüm İşçileri, Gevşeyin: Daha Az Endüstriyel İşin Basit Ekonomisi) adlı bir kitap da yazan Schmidt, iki belgesel filmin de yapımcısı...

‘Az tüket, çok yaşa’
Schmidt, partisinin genel politikasını ‘Az çalış, az tüket, çok yaşa!’ olarak özetliyor. Amaç, artan nüfusa ve işgücüne rağmen, sistemin kâr amacıyla herkesi ‘daha fazla çalışmaya ve üretmeye’ zorlamasına karşı çıkarak, haftalık çalışma saatlerinin düşürülmesi...

İnsanlığın, son 100 yıldır sürekli ‘Üretimi nasıl maksimize edebilir, nasıl daha fazla madde üretebiliriz’ sorusuna odaklandığını belirten parti, şimdi cevaplanması elzem bir soruyla karşı karşıya kalındığını vurguluyor: ‘Yarattığımız bunca ıvır zıvır ve kirlilikle ne halt edeceğiz?’
Work Less, çalışma saatlerinin azaltılmasıyla istihdamın artırılması, çalışanların ‘özgürleşerek’ daha insani yaşam biçimine kavuşması, uzun vadede Yerküre’ye verilen zararın azaltılması amacını vurguluyor. Soruna ekonomik açıdan bakanlardan farklı olarak partinin odağında, insanın ‘yaşamak için daha fazla zamanı olması’ ve ‘düşleri öldüren saat alarmlarından kurtulmak’ yer alıyor.

Gezegenin sağlığı düzelir
Parti, ülkede ortalaması 40 saate varan çalışma saatlerinin azaltılmasını, ücretlendirilmeyen fazla mesailerin önlenmesini, çalışanların iş saatini artırmak yerine daha fazla işçi istihdamını amaçlıyor. Endüstriyel büyümenin evsizlik ve yoksulluğa çare olmadığını belirten parti değişikliğin ‘aile ve arkadaşlık bağlarını güçlendireceğini, çalışanları mutlu insanlar yapacağını, gezegenin sağlığına iyi geleceğini’ belirtiyor.

Sanayinin hızlı dönen çarklarının vites küçültmesi ve çalışma saatlerinin insani boyutlara çekilmesi için verilen çaba, çalışanların gündemine yeni girmiş değil. Dünya genelinde işçiler, 1800’lerin ikinci yarısında başlayan mücadelelerle, 20. yüzyıl başlarında sekiz saatlik iş gününü yasal olarak güvence altına almayı başardı. 1800’lerde ‘gün ışığı’ esasına göre belirlenen çalışma saatleri nedeniyle, işçiler günde ortalama 16 saat çalıştırılıyor ve bu, yazın 18 saate kadar çıkıyordu.

Yaşamaya zaman ayırın
1 Mayıs 1886’da ABD’de 10’dan fazla şehirde yüz binlerce işçinin katılımıyla grev ve gösteriler düzenlenmiş, 10 saatlik ücret düşürülmeden çalışma saatlerinin sekize çekilmesini talep eden işçilerle işverenler arasındaki gerilim, büyük çatışmalara dönüşmüştü.
Onlarca işçinin öldürülmesi ve işçi liderlerinin idam edilmesini izleyen yıllarda, ülkede 1 Mayıs, ‘işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü’ kabul edildi.

Work Less ise henüz işin ‘başında’ görünüyor. 2005’te 11 adayla Vancouver’da yapılan yerel seçimlere katılan partinin hiçbir adayı seçilememiş. Geçen ay dev bir dans partisi düzenleyen parti, ‘yaşamaya daha fazla zaman ayırmak’ hedefiniyse şimdiden uygulamaya koymuş görünüyor. (aa)

27 Temmuz 2008

Türkiye'nin ilk Mobbing davasında tazminat kararı çıktı



Jeoloji Mühendisleri Odası’nda çalışan Tülin Yıldırım işyerinde kendisine baskı uygulandığını ve psikolojisinin bozulduğunu belirterek “Mobbing” davası açmıştı. Ankara 8’inci İş Mahkemesi Yıldırım’ı haklı bularak odanın 1000 YTL para cezası ödemesine karar verdi.
Haberi buradan okuyabilirsiniz.

17 Temmuz 2008

Radiohead / House of Cards



Geçen yıl son albümlerini internetten isteyene bedavaya veren Radiohead, aynı albümden çıkacak ikinci videosunu da normal yollardan çekmeyi reddetti. ‘House of Cards’ isimli şarkılarına çektikleri klipte bildik kameralar yerine lazerler kullandılar. Klibi James Frost yönetti.

Full Credits

Musical Artist: Radiohead
Production Company: Zoo Films
Director: James Frost
Producer: Dawn Fanning
Technical Director: Aaron Koblin
Exec Producer: Justin Glorieux,
Gower Frost
Director of Photography: Yon Thomas
3D Real-time capture: Geometric Informatics Inc.
Software and Hardware Development: Dale Royer,
Luke Farrer,
Song Zhang
3D Laser Imaging Equipment: Velodyne Lidar Inc.
Field Application Engineer: Rick Yoder
Business Development Manager: Mike Dunbar
Processing of Lidar Data: 510 Systems
Chief Engineer: Pierre-Yves Droz,
Albert Soto
System Administrator: Troy Thompson,
Lap Luu
CEO: Suzanna Musick
Additional Lidar footage: Aerotec
Aerotec/Chief Executive Officer: James W. Dow
Aerotec/Land Modeling Specialist/LIDAR: William Wallace
Aerotec/Land Modeling Supervisor: Casey Scott
Editorial Company: Union Editorial
Editor: Nicholas Wayman Harris
VFX: The Syndicate
VFX Supervisor: Ben Grossmann
VFX Producer: Magdalena Wolf
Managing Director: Kenny Solomon
CG Supervisor: Adam Watkins
CG Technical Director: Rodrigo Teixeira
FX Animator: Sam Khorshid,
Attila Zalanyi
CG Artist: Duane Stinnett
Compositing Supervisor: Alex Henning
Flame Artist: Verdi Sevenhuysen,
Mike Ek,
Kevin McDonald
Editorial Consultant: Adam Gerstel
IT Assistant: Thuy Le

16 Temmuz 2008

Fenerbahçe ve gelenek...



Birer yıl arayla çekilmiş iki fotoğraf. İkisi de Önder Turacı'nın doğum günü kutlamasından... Daum döneminden beri Fenerbahçe takımında klasikleşmeye başlayan Brezilya uslulü yumurtalı-unlu doğum günü kutlam yeni disiplin anlayışı gereği olsa gerek daha bir ciddi kutlanmaya başlanmış.

Oysa hızla kurumsallaşan Fenerbahçe'de futbol takımının da kurumsallaşması kendi geleneklerini oluşturabilmesiyle mümkün olabilecek. Yıllar önce bilimsellikten nasıl ki göstermelik laktak testleri anlaşıyorduysa, şimdilerde de disiplinden asık suratlılığı anlayoruz.

Neşeli doğum günü kutlamaları Fenerbahçe takımına çok yakışıyordu. Disiplin adına böyle güzel görüntülerin engellenmesini istemiyoruz.

4 Temmuz 2008

Beleş Apart

Tribünlerin boş ama localar dolu.

Kadınlar Galata Köprüsü'nde "Hayasızca" Buluşuyor, "Bedenimiz Bizimdir" Diyor


Bu haberle alakalı linkler:

'Dekolteli balıkçı'nın iddiasına soruşturma
'Dekolteli' balıkçı: Polis beni taciz etti
Uygunsuz kıyafetle balık tutmaya 5 ay hapis


Basın Açıklaması


Biz kadınlar 5 Temmuz Cumartesi günü "hayasızca" Galata Köprüsü'ne gidiyoruz. -Kadınlar ne giyeceklerine kendileri karar verebilir mi? -Kadınlar Galata Köprüsü'nde istedikleri gibi gezebilir mi? -Kadınların hareket özgürlüğü var mıdır?

Biz kadınlar bu soruların cevabının evet olduğunu biliyoruz. Oysa, ülkemizde her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Son dersimizi Galata Köprüsü'nde aldık. Öğrendik ki bir kadın, tek başına, taytı ve tshirtüyle balık tutuyorsa, "hayasızlık suçu"ndan 5 ay hapse mahkum edilebiliyormuş. Çünkü bu kadın köprüdeki bazı erkeklere göre "genel ahlakı" rencide etmiş.

Biz feministler ve kadın örgütleri bu kararı protesto ediyoruz ve TCK'nın kadınlara karşı ayrımcılık yapan 225. maddesi "Hayasızca Hareketler"in derhal iptal edilmesini talep ediyoruz!

Yeni TCK amacını kişilerin hak ve özgürlüklerini korumak olarak tanımlıyor. Oysa geçen hafta şahit olduğumuz gibi TCK'daki "hayasızca hareketler" maddesi biz kadınların hak ve özgürlüklerini ihlal ediyor. Türkiye'de kadın hareketinin 2002-2004 yılları arasındaki mücadelesi ile kadınların bedenlerinin ve cinselliklerinin sadece kendilerine ait olduğu gerçeğinin yasalar tarafından kabul edilmesini sağladı. Kabul edilmeyen taleplerimiz için mücadelemiz devam ediyor.

2002 yılından beri talep ettiğimiz gibi TCK'dan "Hayasızca Hareketler" maddesi çıkartılmalıdır. Çünkü, "genel ahlak kuralları," "edep töreleri," "hayasızca hareket" gibi kavramlar zamana ve topluma göre değişkenlik gösterir ve görecelidir. Kimine göre kadının omzunun, kime göre kadının dizinin görünmesi "hayasızlık" sayılabilir. Hukuk sisteminde bu kavramların yer alması kadınlara karşı ayrımcılığı ve eşitsizliği meşrulaştırmaktadır. Tüm uğraşlarımıza rağmen bu madde yasadan çıkartılmadı. Ve bugün, bir kadın Galata Köprüsü'nde balık tuttuğu için hayasızca davrandığı gerekçesiyle beş ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkemenin ceza gerekçesi ve erkek egemen zihniyeti gündelik yaşamda da kadınları vurmaya devam ediyor. Tayt giydiği, "cilveli" saat sorduğu için kocaları tarafından öldürülen kadınların katilleri, aynı mahkemelerde aklanıp
"haksız tahrik" indirimi ile ödüllendiriliyor. Yılbaşında Taksim'de binlerce erkek tarafından gerçekleştirilen cinsel saldırı suçunun karşılığı 57 Lira oluyor!

Bizler, erkeklerin, ailenin ve devletin bedenlerimiz üzerindeki denetimine karşı çıkıyoruz. Nerede ne giyeceğimizin yargı kararlarıyla belirlenmesine, kıyafetlerimiz üzerindeki sözlü ve yazılı her türlü kural ve denetime itirazımız var. Bugün bedenlerimizin denetim altında tutulmasını sağlayan, kadına yönelik suçlar hala meşru. Bu meşruiyet yüzünden hala şiddet görüyoruz. Kadınların bedenleri üzerinde erkek egemen sistemin denetimi ve toplumdaki genel muhafazarkarlaşma "genel ahlak" adı altında meşrulaştırılıp yasalaştırılıyor.

Biz kadınlar uzun mücadelemiz sonunda değişen yasal düzenlemelere rağmen, kazanımlarımızın yok sayılmasına izin vermeyeceğiz! "Genel ahlak" bahanesiyle en temel insan haklarımızın ihlal edilmesine ve bedenlerimizin erkek egemen sistemin denetimine bırakılmasına izin vermeyeceğiz!

Bedenimiz Bizimdir!
Bedenimiz Bizimdir! İnsiyatifi

Nihat'tan futbol dersleri


uefa.com’un gençlerin futbol eğitimi için kurduğu “training ground” bölümünde önemli yıldızlar yeteneklerini nasıl kazandıklarını ve gençlere neler yapmaları gerektiğini anlatırlar...

Tek vuruşu anlatması için seçtikleri isim Nihat Kahveci...
Nihat gençlere topu en basit şekilde nasıl ağlara göndereceğini anlatıyor... Hem de İspanyolca...

Koçum Nihat!

http://www.uefa.com/trainingground/index.html#34004/2048/730181

28 Haziran 2008

20. Kristal Elma’lar sahiplerini buldu

Bu yıl 20. kez düzenlenen Kristal Elma Ödül Töreni 26 Haziran akşamı Santral İstanbul’da yoğun bir katılımla gerçekleştirildi. 72 farklı kategoride 999 adet eserin yarıştığı 20. Kristal Elma’da büyük ödüller şöyle belirlendi:

Basın Dalında Büyük Ödül
Alice BBDO – Mercedes Benz Türk / Mercedes Benz Kamyonlar

Televizyon Dalında Büyük Ödül
Medina Turgul DDB – Doğuş Otomotiv / Passat Variant, “Baba”

P.O.P Seçici Kurul Özel Ödülü
Works – Altınyıldız / iPod hediye kampanyası

Kristal Ajans
TBWA\ISTANBUL, 20. Kristal Elma ödül töreninde 8 Kristal Elma, 17 ikincilik ve 4 üçüncülük ile toplam 29 ödül alarak, 2007 yılında olduğu gibi bu yılın da en çok ödül kazanan reklam ajansı oldu.TBWA\ISTANBUL, her ajansın aldığı tüm ödüllerin ağırlıklı olarak hesaplanması sonucunda en çok puanı alarak “Yılın Kristal Ajansı” seçildi.

20’inci yılda radikal değişiklikler
20. Kristal Elma’da bu yıl demokratikleşme kadar sorumluluğun ortak paylaşılması anlamında radikal bir değişiklik yapılarak seçici kurul başkanı üyelerin oylarıyla belirlendi ve Atilla Aksoy seçildi.

20. yıla özel yapılan değişikliklerden biri ise ana seçici kurul üyelerinin sayısının bu yıla özgü olarak 20’ye çıkarılması oldu. Ana kurul yanında oluşturulan özel kurullarla toplam jüri sayısı 63’e ulaştı. Oylama sonuçlarının şeffaf olması kararı alındı.

20. yıla özel ödül
Bu yıl ilk kez 20 yıldır Kristal Elma’da en çok ödül alan markalara da ödül verildi.
Reklamveren özel ödülleri şu markaların oldu:
1. Garanti Bankası
2. Turkcell
3. Koç Holding

20. yıla özel olarak ayrıca Kristal Elma’nın yaratıcıları ve emeği geçen önemli isimlere plakte verildi. Eli Acıman, Ersin Salman, Metin Deniz, Çetin Ziylan ve Cemal Noyan.

Kaynak: Marketing Türkiye

Ödül Listesi için

Inspire me, now!



Özgür tavsiye etmişti. "Şu google nelere kadir? can sıkıntısından 'inspire me now' yazdim, bu siteyi keşfettim" demişti. Girince çıkması uzun süren yerlerden. internet çöplüğünde vaha.. takibe aldık bakalım...

http://szymon.tumblr.com/

22 Haziran 2008

Türkiye yarı finalde!


Madem ki Türk, Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olmayı benimsemiş kimselere denir o zaman "bir düşünce biçimi olarak" Türklüğün ne olduğunu daha iyi anlamamız gerekiyor.

Milli takım meselesi güzel bir örnek olabilir. Hem nasıl bir futbol oynadığımız; skora ve oyuna nasıl yaklaştığımız; sevme biçimimiz bize çok şey anlatabilir.

Maalesef bizim Türkliğümüz hala kahramanlarını ve mucizelerini arıyor. Hayatta kalmasını Atatürk gibi bir mucizeye borçlu çünkü…

Oysa bir Türkün Atatürk’ten asıl öğrenmesi gereken şey mucize değil, akıl ve strateji olabilirdi.
Sırtını imparatorlara, peygamberlere değil akla ve bilgiye dayaması gerektiğini öğrenebilirdi Atatürk’ten ve kendi kuruluş hikayesinden..
Maalesef ona bunlar hiçbir zaman öğretilmedi. O hala mucizelere ve impratorlara inanıyor.
Hala birinin gelip bu kötü gidişi durduracak mucizeleri yapmasini bekliyor.

Bu, mucizelere inanan; başarısını futbolcularının emeğine değil, yarı tanrı imparatorların becerilerine dayandıran halimizle çılgından çok deliye benziyoruz.

Başındaki Tehdit Direktöre rağmen Euro 2008’de cesurca mücadele ederek yarı finale kalan milli takıma selam olsun!

Loading...

20 Haziran 2008

Türkler hakkında bilmemiz gereken 10 şey

Bugünkü Hırvatistan-Türkiye çeyrek final maçı öncesinde Hırvat basınından Karmen Horvart ve Gorona Banjeglav'ın hazırladığı "Türkler hakkında bilmeniz gereken 10 şey" adlı çalışma çok keyifli olmuş. Bir yerlerde Türkçe çevirisini bulursam onu da yapıştırırım buraya. Şimdilik bununla idare edelim.

Ten Things You Need To Know About The Turks

1. If a Turk at a football match tells you `Ananin amina kale kurar sabah aksam mac yaparim`, this means you were given an imaginative Turkish insult, i.e. `I will put goals in your mother`s cu** and play football all day long`. Quite suitable for football matches.

`Ananin amina cam dikerim, golgesinde seni sikerim trans` is yet another “tough” Turkish swear expression, meaning `I`ll send a small pine tree in your mother`s cu** and fu** in its shade`. Apart from vulgarity, the Turks can brag with the number of names morally challenged women (Kashar, Fahise, Kaltak, Kahpe, Orospu).

2. Gestures for `yes` and `no` can be rather confusing in Turkey: `yes` is achieved by raising your head up, while`no` is achieved with an identical gesture while lifting your eyebrows and clicking your tongue at the same time.

3. Putting your index finger and thumb together in a circle does not mean `OK` in Turkey. In fact, you are calling the person a homosexual, which is exceptionally insulting to them.

4. It is not a rare site to see two men holding hands in Turkey, while walking down the street. This does not mean they are homosexuals, but very good friends. In addition, friends say hello by kissing each other on the cheek, regardless of what gender.

5. Turks `stare` at people more than the westerners are used to. If a Turk intensely stares at you, this does not mean he is ready to attack, he simply finds you interesting.

6. The gesture of placing your thumb between your index and middle finger is the most vulgar gesture known in Turkey.

7. A thumb up in the air represents hitchhiking, nothing else.

8. The hardest question to ask the Turks is whether they are European or Asian. If you do ask it, you can expect extensive essays on the country`s territory, history, mentality, customs…

9. You will have a hard time making friends with the Turkish football fans because, after the English, they are the most aggressive fans in the world (they have already spatted with the Swiss at this EURO competition).

10. If you manage to make friends with Turkish football fans, the most important thing you need to know is that the Turkish word for beer is `bira`.

Kaynak: http://www.javno.com/en/sports/clanak.php?id=157163

Sigara yasak esrar serbest



Hollanda’da 1 Temmuz’dan itibaren restoran, cafe ve kamuya açık yerlerde sigara içmek yasaklanacak, ancak esrar yine serbest olacak.

Esrar, genelde tütün ile birlikte sigara şeklinde kullanıldığı için, ortaya çıkan ikilem, yetkili yetkisiz herkesi meşgul etmeye başladı. İşletmeciler, tütünsüz esrar kullanımı için yöntemler geliştiriyor.

Yasağın, kafelerin sonunu getirebileceği belirtilirken, bunun da sakıncalı olduğunun altı çiziliyor. Kafeler için geliştirilen yöntemlerden biri de nargile. Ancak nargilede, tütün yerine esrar plakası kullanılıyor.

19 Haziran 2008

İstanbul Kent Orkestrası Müdürü


Kent orkestrası için harika bir CV. İstanbul'a hayırlı olsun!

Celal Sevencan, 1954 yılında Trabzon'un Of ilçesinde doğdu. 1975 yılında tamamladığı ortaöğreniminin ardından, 1976 yılında Samsun Yüksek İslam Enstitüsü'ne girdi ve 1981 yılında mezun oldu.

Meslek hayatına 1982 yılında Bitlis Merkez Atatürk Ortaokulu'nda öğretmen olarak başladı. Bitlis ve Samsun'da çeşitli okullarda öğretmen, müdür yardımcısı ve müdürlük görevlerinde bulundu.1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi Samsun Tekkeköy İlçe Belediye Başkan adayı olarak seçimlere girdi. Seçimlerin ardından aynı yıl içinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yazı İşleri Müdürü olarak göreve başladı. 1995 yılında atandığı Mezarlıklar Müdürlüğü'ndeki 5 yıllık hizmetinin ardından 1999 yılında İtfaiye Daire Başkanlığı'na Programcı olarak atandı. 01.05.2001 tarihinde Sosyal ve İdari İşler Müdürlüğü'ne getirilen Sevencan, 17.11.2004 tarihinde Katı Atık Yönetimi Şube Müdürlüğü'ne Asaleten Müdür olarak atanmıştır.

04.08.2006 tarihinden itibaren Kent Orkestrası Müdürlüğü'ne asaleten atanmış olan Sevencan, evli ve 5 çocuk babasıdır.

Dizi emekçileri çıktı meydane!

TV dizilerinin bölüm uzunluğu 90 dakikayı buluyor. Günde 16-18 saatlik çekim süresi dizi çalışanlarını artık isyan noktasına getirdi. Sinema emekçileri meslek örgütleri ortak bir bildiriyle duruma elkoydu

Diziler seviliyor. Üstelik bu sevgi, öyle belli bir kesime, reyting ölçüm grubuna da has değil. Kategorileri altüst edecek kadar kapsayıcı bir ilgi söz konusu. Ama dikkat! Bitmeyen bölümler, uzayan sahneler, iç bunaltıcı ayrıntılar, bu sevgiyi baltalayabilir. Yerli dizilerin akıcılık problemi, sadece seyircileri germiyor. Cephenin diğer tarafındakileri de insanüstü bir çabayla çalışmaya zorluyor. Zira her hafta 90 dakika seyirlik, günde 16-18 saat arasında değişen çekim süresi demek. Ortaya çıkan işten memnuniyetsizlik de cabası.

Bu yüzden dizi-sinema sektöründeki meslek örgütlerinin ortak basın bildirisiyle duyurduğu çalışmalar, seyirciler kadar çalışanların da derdine derman olabilir. Sine-Bir, Film-Yön, Sen-Der, SİNE-SEN, ÇASOD ve SODER, dizi süreleri ve üretim tarzı zorlukları, tekrar gösterimlerden kaynaklı telif hakkı ihlalleri gibi aksaklıkların sorunlar çözülünceye kadar takipçisi olacaklarını duyuran bir bildiri yayınladı. Dizilerde çalışanlar sanki böyle bir girişimi bekliyormuş. Kamera arkasından ve önünden isimlere ulaştık, sektörün durumunu, bu bildiriyle ilgili düşüncelerini sorduk. Meğer onlar seyirciden de daha dertliymiş.

Radikal'deki yazının tamamını okumak için tıklayın.

ekle